Sigara ve çakmağını aramak için iki elini dizleri yer yapmış, rengi
solmuş, paçaları kıvrılmış kadife pantalonun ceplerine soktu. Ceplerini
karıştırırken boyasız ayakkabılarına baktı. Bir cebinden sigara paketini diğer
cebinden çakmağını çıkarıp yanında sandalyeleri olmayan masanın üzerine
bıraktı. Bakımsız sakallarından güçlükle seçilen
dudaklarının arasında tuttuğu, bitmek üzere olan sigaradan son bir nefes çekip
izmaritini masanın hemen yanına, yol ile kaldırımı birbirinden ayıran ince
çizginin üzerine attı. Yavaşça geriye dönüp kırmızı ışıkta bekleyen arabaların
arasında oluşan daracık bir boşluktan kısık gözlerle Boğaz’ın mavi sularına
küçük bir bakış attı. Bu öyle bir bakıştı ki, sanki denizin orda olup olmadığını
kontrol etti. Sigara paketini düşürdüğünü zannedip de aslında
gömlek cebinde olduğunu hatırladığında hissettiği samimi memnuniyet
gibi rahatlatıyordu O’nu Boğaz’ın kabarık sularını görmek. Halinden mesut bir
yüz ifadesiyle önüne döndü. Bu sefer de Kuzguncuk’tan İcadiye’ye doğru uzanan
yokuşa şöyle bir baktı. Tıpkı her gün günde beş yüz kez yaptığı gibi.. Herşeyin
yolunda olduğundan emin olduktan sonra elini masaya uzattı ve yeni bir
sigara yaktı..
Kısa ve hafif kamburlaşmış vücudunda ilerleyen yaşını belli etmeyen tek
yeri, hala yaşama sevinciyle parlayan küçük kahverengi gözleriydi. Tek eliyle
önce saçsız kafasını, sonra yer yer beyazlayan sakalını ve güneşte kararmış, en
çok da küçük gözlerini açıp kalın kaşlarını kaldırıp karşısındakinin
anlattıklarını büyük bir ilgiyle dinlerken tik haline getirdiği bu kaş göz
hareketleri sebebiyle derin kırışıklıklara yer edinen alnını ovuşturdu.
Uzun yıllar çalışıp didindiği Almanya’dan dönerken yanında getirdiği tek
şey olan iyi seviyedeki Almancasıyla karşı kaldırımdaki Rita’ya seslendi. Rita
koşar adımlarla caddeyi geçip, kaldırımın kenarındaki taburelerde oturmuş, çay
içen bizlerin arasından sıyrılıp Cevdet Abi’nin yanına geldi ve konuşmaya
başladı. Cevdet Abi Rita’yı dinlerken kah şaşırmış, kah üzülmüş mimikleri
yapıyor ve sık sık da tüm yanaklarını kaplayan sakalıyla gülümsüyordu. Rita
belli ki çok da önemli olmayan bir konuyu anlatıyor, anlatırken bir yandan da
kocası Fuat’ın fırından çıkıp çıkmadığını gözlüyordu. Kaldırıma bırakılan kuru
kedi mamalarını sabahın çok erken saatinde kimse görmeden süpüren çöpçüden
şikayet ediyor veya anaokuluna giden küçük kızının soğuk algınlığı sebebiyle birkaç gün evde durduğu müddetçe
babaannesine yaptığı yaramazlıklardan bahsediyor olabilirdi...
Bu mahalleye taşınıp Cevdet Abi ile tanıştıktan uzun bir süre boyunca
Cevdet Abi’nin de rol yaptığını düşündüm ve buna inandım. Tıpkı her insan gibi
O da rol yapıyordu. Hatta bundan emindim. Sadece eski dizilerde gördüğüm bu
iyilik timsali insanların sahip olduğu komşu sevgisi denilen duygunun çoktan
yeryüzünden silinmiş bir insaniyet örneği olduğu konusunda şüphem yoktu. Ama
zamanla, herşeyi abartıyla önemsediğini vurgulayan davranış halinin Cevdet
Abi’nin normal hali olmuş olduğunu anladım. Uzun yıllar gurbette yaşamak ve
erken yaşta kaybettiği eşi Cevdet Abi’ye yeri doldurulamaz bir yalnızlık
çöküntüsü vermişti. Bunu kendisi söylüyordu. Yalnızlık ismini her zaman çökmek
fiili ile aynı cümlede kullanırdı. Sık sık “Evde tek başıma kalınca üstüme
yalnızlık çöküyor” derdi.
Ve ben Cevdet Abi kadar yalnızlığı derinden hissetmiş bir adam görmemiş ve çökmek fiili kadar yalnızlığı tokat gibi insanın suratına çarpan bir tasvir duymamıştım.
Sanki deprem sonrası göçük altında kalmış gibi çaresizlik ve acı ile üzerine çöken yalnızlığın altında ezilen bu adamı tanıdıkça rol yapmadığını, insanlara ve hayata karşı beslediği sevginin ufacık bir oyuktan bir bina enkazına benzettiğim yalnızlık çöküntüsünün içine sızan güneş gibi hayata bağlayan ve yaşama sevinci veren bir his olduğunu öğrendim.
Ve ben Cevdet Abi kadar yalnızlığı derinden hissetmiş bir adam görmemiş ve çökmek fiili kadar yalnızlığı tokat gibi insanın suratına çarpan bir tasvir duymamıştım.
Sanki deprem sonrası göçük altında kalmış gibi çaresizlik ve acı ile üzerine çöken yalnızlığın altında ezilen bu adamı tanıdıkça rol yapmadığını, insanlara ve hayata karşı beslediği sevginin ufacık bir oyuktan bir bina enkazına benzettiğim yalnızlık çöküntüsünün içine sızan güneş gibi hayata bağlayan ve yaşama sevinci veren bir his olduğunu öğrendim.
Yıllarca hasret kaldığı Boğaz, O’nun vageçilmezi olmuştu. Boğaz’ın hemen
kıyısındaki bu küçük mahallede olan biten herşey ilgisini çekiyordu. İçinde bu mahalleye ve bu
mahallede yaşayan herkese karşı büyük bir sevgi besliyordu. Herkesi seviyor,
herşeyle ilgileniyordu. Kedileri çok sevmese de kedileri seven insanları
seviyordu..