acı vatan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
acı vatan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Nisan 2014 Cuma

Türkiye'den Berlin

Çocukluğum İstanbul’un düşük gelir grubunda sayılabilecek bir mahallesinde geçti. 80’lere dair ne varsa bu mahallede yaşadım. Boş arazilerde biriken yağmur sularında kağıttan gemi yüzdürmeyi, freni olmadan son sürat yokuş aşağı sürülen bilyalı arabalarını ve sunta üzerine taşla çakılan paslı çivilerin arasında bozuk para ile oynanan tiktak sahalarını gördüğüm için kendimi çok şanslı hissediyorum. Çocukluğunda yokluğu yaşayanlar büyüyünce nasıl olur sorusunun genelgeçer bir yanıtı yok. Kimi görmüş geçirmiş oluyor, kimi ise sonradan görme..

6-7 yaşlarında olmama rağmen sokağımızla ilgili hatırladığım bir başka şey de Gurbetçilerdi. Almanya’dan, Fransa’dan, Hollanda’dan, Belçika’dan üzerinde port bagajı olan arabalarla gelirlerdi. Gurbetçiler geldiğinde iki yanı bitişik nizam evlerle dolu olan sokağımız lüks araba galerisine dönerdi. O yıllarda Türkiye’de olmayan futbol topu, uzaktan kumandalı araba, ispirtolu kalem, Milka çikolata, neskafe..vb bir çok ürünü ilk olarak gurbetçilerde görüp özenirdik..

Sonra benim babam da devlet görevlisi olarak Berlin’e gitti. Hiçbir zaman arabayla gelmedi ama yukarıda saydıklarımın hepsinden getirdi. Şimdiye kadar bu blogta yazdığım şehirlerin hepsine gitmişliğim var. Yalnız Berlin hariç.. Bu yazıda hiç gitmediğim Berlin’i çocukluğumdan kalan duygular ve babamın anıları ile tarif edeceğim.

Berlin, mutlu Almanlar ve mutsuz Türklerin şehri olmalı. Şimdiye dek Berlin’de çalışan kebapçı, kahveci, öğretmen, mühendis, kamyon şöförü Türklerle tanıştım. Mutlu olanını görmedim. Aslında bugünün Türkiye’sini bırakıp Berlin’e gitmek belki insana o zamanki kadar koymaz. Ama 80’lerin sonundaki Türkiye çok güzeldi. Darbenin izleri geride bırakılmış, halk özgürlüklerine yeniden kavuşmuş, televizyon ile birlikte hayatlar da renklenmişti. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de vicdan, ahlak, hakkaniyet gibi insani değerler bugünkünden çok daha üst seviyedeydi. Bu yüzden 80’lerdeki gurbetçilerin işi çok daha zordu..

Babamın anlattıklarına göre Berlin sokaklarında çamur olmayan, otobüslerin zamanında geldiği, arabaların yayalara yol verdiği, herşeyin planlı, hayatın düzenli olduğu bir şehir..
Oysa gurbetçilerin Türkiye’deki ailelerine göre Berlin, Nazi sempatizanı Almanların büyük bir duvarla ikiye ayrıldığı, Türklerin işçi olarak çalıştığı, Türkiye’nin sınır komşusu bir şehir..
Benim için Berlin, Atatürk havalimanının dışhatlar terminalinde dökülen gözyaşları, bavullar dolusu özlem ve Almanca bilmeden yaşanabilecek bir şehirdi..

Berlin güçlü bir şehirdi. II. dünya savaşında yerle bir olmuş, ama hızlıca yeniden inşa edilmişti.
Berlin disiplinli bir şehirdi. Gidebilmek için fiziken, yaşayabilmek içinse ruhen sağlıklı olmak gerekiyordu.
Berlin acımasız bir şehirdi. Hem gidenleri hem de kalanları üzebiliyordu.
Ve Berlin pahalı bir şehirdi. Verdiklerinin yanında aldıkları çok fazlaydı.. Özlem ve hasret bile Deutsche Mark ile ölçülebiliyordu..

Berlin’de doğup büyüyen Türk asıllı yönetmen Fatih Akın’ın Duvara Karşı filmi, benim hayatımda seyrettiğim en güzel film. Şimdiye dek gurbetçileri kimse daha iyi anlatamadı. Filmin ana karakterini hep abimmiş gibi düşündüm..
Ne de olsa adı Cahit Tomruk

Sevgilerimle, Onur Tomruk :)